Hikmet Dilinden
Müslümanlar Derece Derecedir
Takvalı kulların bir derece üzerinde, Hak Teâlâ hazretlerinin bütün yasaklarından kaçındığı gibi mübah dairesinde de kılı kırk yaran salihler gelir.
İsmail Fakîrullah hazretleri, halifesi İbrahim Hakkı Erzurûmî hazretlerine hikmetli tavsiyelerde bulunmuştur. Bu hikmetlerin şerhini tefrika ettiğimiz köşemizde şarih, iman bakımından insanları tasnife başlamış, en alt dereceden yukarıya doğru bu sınıfları zikrediyordu. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
1. Hikmet: Molla İbrahim, tevhidin hakikatine eren kimse, Allah Teâlâ’nın azabından emin olur. Küfrün en alt derecesinden en üst derecesine kadar her bir grubundan bahsettiğimiz, ilahi hükümlere muhalefetlerinin ne cihetten olduğunu izah ettiğimiz zümreler kendi aralarında da sınıf sınıftır. Tümü birden tevhid dairesinin, yani müslümanlığın dışındadır ve asla ahirette kurtuluşa eren muvahhidler zümresine dahil olmazlar, ebedî azaba düçardırlar.
Küfür ehlinin derece itibarıyla en altında -zikrettiğimiz üzere- sûfestâîler, en üstünde de filozoflar vardır. Bunların bir üst derecesinde müslümanlar ile iç içe yaşama tecrübesi olmayan ve insanlardan uzakta manastırlarda veya benzeri uzlet yerlerinde yaşayan yahudi ve hıristiyanların ruhbanları gelir ki, bunlar da filozof olarak anılmakla birlikte aslında “mistik”lerdir. Bu derecenin üstündeki dereceler ise İslam dairesi ve tevhid âlemi dahilindedir.
İslam dairesi ve tevhid âlemindeki derecelerin en düşüğünde ise kelime-i tevhidi dil ile ikrar, kalp ile tasdik eden fakat bazı felsefi düşüncelere kapılarak aklı naklin önüne koyan kimseler bulunur. Bunlar akıllarını rehber belleyerek nakli, yani Kur’an ve sünneti tevil yoluna giden ve neticesinde Ehl-i sünnet ve’l-cemaat yolundan ayrılarak dalalete düşen zümredir. Bunların itikadı hatalı olsa da nübüvveti ve nebilerin şeriatını inkâr gibi bir cürüm bunlar için söz konusu değildir.
Kul Hak Teâlâ hazretlerini hakkıyla bilme yolunda mesafe kat ettikçe ruhu saflaşır ve bu da süluk esnasında “kalp huzuru” ile meyve verir.
Bunların üstündeki dereceler, Ehl-i sünnet ve’l-cemaat dairesinde olan ve kelime-i tevhide “lâ ma‘bûde illallah” (Allah’tan başka mabud yoktur) manası veren tevhid ehli için söz konusudur. Bu derecelerin en düşüğünde, şeriatın öngördüğü bütün hükümleri bozuk bir itikada sapmaksızın ikrar ve tasdik eden fakat büyük günahlara düşmeleri sebebiyle amellerinde noksanlık bulunan kimseler gelir. Bu kimseler yalan, iftira, zina ve fitne gibi günahlarda bulunmakla birlikte akidelerinde hata ve sapkınlık gibi bir durum yoktur.
Bunların bir derece üzerinde, büyük günahlardan sakınmakla birlikte küçük günahlarda ısrar eden günahkârlar gelir. Bunların da bir derece üzerinde, bütün farz ve vacipleri ifa eden, Hak Teâlâ hazretlerinin emirlerini tutup yasaklarından kaçınan takvalı kullar gelir. Bu zümre mensupları mübah dairedeki fiiller ve sözler ile meşgul olurlar. Bunların da bir derece üzerinde, Hak Teâlâ hazretlerinin bütün yasaklarından kaçındığı gibi mübah dairesinde de kılı kırk yaran, farz ve vaciplerin yanı sıra sünnetlere de sıkı sıkıya yapışan salihler gelir.
Salihlerin bir üstündeki derecede, Hak Teâlâ hazretlerinin bütün yasaklarından kaçınan, fıkhi hüküm itibarıyla ruhsatlardan dahi kendini alıkoyan, farz ve sünnetleri ifa ettiği gibi müstehab ve mendub amellere de devam eden “kanitûn” (Allah’a ihlasla kulluk edenler, huşu içinde olanlar) gelir. Bu mertebede sadece “hasenâtü’l-ebrâr seyyiâtü’l-mukarrabîn” (ebrâr mertebesindeki zatların iyilikleri, mukarrebûn makamındaki zatlara göre hata kabîlindendir) gibi hatalardan bahsedilebilir. Fakat mendub ve müstehabları terk etmek gibi haller bu zatlar için söz konusu değildir.
Özetle kul vahdette, yani Hak Teâlâ hazretlerini hakkıyla bilme yolunda mesafe kat ettikçe ruhu saflaşır ve bu da süluk esnasında kalp huzuru ile meyve verir. Ancak kul kesrete, yani çokluk âlemine daldığı, Hakk’ın gayrısı ile gönlünü meşgul edip neticesinde gaflete düştüğü ölçüde de dünyevi endişeler onu kuşatır, kalbini kasvet kaplar. Hak Teâlâ hazretlerini hakkıyla bilmekten uzak düşmesi, bu hususta cahil kalması da kalp ve ruhunun manevi kire bulanmasıyla netice verir.