Hasbihal
Muhammed Emin Potts: Ortadaki Kişi, Galiba Mübarek Adam Sensin
İnsanlar bana İslam’ı anlatmaya başladılar. Tek Yaratıcı olduğunu ve Hz. İsa aleyhisselamın bir peygamber olduğunu söylediler. Tıpkı benim hissettiğim gibi… Açıkladıkları her şeyi dinleyip “Evet, evet, bence de öyle” diyordum. Sonra tebessüm ederek dedim ki: “Sanırım ben yarı müslümanım.”
İnsanlar bana İslam’ı anlatmaya başladılar. Tek Yaratıcı olduğunu ve Hz. İsa aleyhisselamın bir peygamber olduğunu söylediler. Tıpkı benim hissettiğim gibi… Açıkladıkları her şeyi dinleyip “Evet, evet, bence de öyle” diyordum. Sonra tebessüm ederek dedim ki: “Sanırım ben yarı müslümanım.”
~Bize kendinizden, nasıl müslüman olduğunuzdan ve ilk ziyaretinizden bahseder misiniz?
~Ben İngiliz’im, babam İskoç, annem de İrlanda kökenli. Bildiğim kadarıyla ailemizde hiç müslüman yok. Londra yakınlarındaki Reading’de doğdum ve orada büyüdüm. Üniversiteden yeterli bir not alarak mezun oldum. Kuzey Galler’de tırmanış malzemeleri satan bir şirkette işe başladım. Kendi kendime dedim ki “Seyahat etmek mi istiyorsun? Şimdi tam zamanı. Özgürsün, iyi bir miktarda para biriktirdin, sağlıklısın ve gençsin.” Okul yıllarımda Latince öğrenmiştim. Latince dersinde, Vezüv Yanardağı anlatılıyordu. Bu yüzden Vezüv’e gittim. Volkanın kenarına geldim. Arkamdaki Amerikalı turistler şöyle dediler: “Burası Nemrut Dağı’na benziyor.” Evet, Nemrut Dağı’nı hatırlıyordum. Uzak bir yer, yüksek dağlar ve kayadan kafalar var. “Evet, oraya gitmeliyim” diye düşündüm.
Elini tekrar sıkmak için elimi uzattım. Elimi tuttu. Sonra İngilizce “Go!” dedi. Ben de otobüse geri döndüm.
Rotamı Türkiye’ye çevirdim. Otostop yaparak yola çıktım ve birkaç araç değiştirdim. En son Urfa’dan Nemrut Dağı’na doğru yola çıktım. Bir otobüse bindim. Otobüste benim dışımda sadece İzmir’den birkaç genç öğrenci vardı. Önce birkaç soru sordular ve sonra içlerinden çok cana yakın biri gelip yanıma oturdu. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. “Nemrut Dağı’na” dedim. O da şöyle dedi: “Ne güzel. Ama eğer ilgini çekerse, bizim gideceğimiz yere de gelebilirsin. Orada yaşayan mübarek bir adam var. Gelmenden çok memnuniyet duyarız. İstediğin kadar kal, istediğin zaman git. Şayet ilgilenirsen...” Ben de “Evet, isterim” dedim. Avrupa’nın her yerinde manevi bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Ancak manastırlarda kalacak bir yer yoktu. Ve işte sonunda mübarek bir adamla tanışmaya davet ediliyordum. Mübarek bir adamın nasıl göründüğünü bilmiyordum. Bu konuda hiçbir fikrim yoktu. Menzil köyü, Kâhta’ya giden yoldaydı. O yüzden otobüs orada durdu.
Nihayet Menzil’e geldik. Çay içtikten sonra, şöyle dediler: “Bak, ikindi namazı vakti geldi. Mübarek adam gelecek. Onunla şimdi tanışmak ister misin?” Ben de peki, dedim. Ezan okundu. Kısa bir süre sonra, evden üç adam çıktı. Üçü de sarıklı, sakallı ve uzun cübbeliydiler. Dedim ki tamam. Ortadaki kişi, galiba mübarek adam sensin.
Elimi tuttu ve el sıkıştık. Ben gülümsedim, o da gülümsedi. Sonra yürüyerek yanımdan geçti. Ve sanırım durup “Bu kim?” diye sormuş. Birisi de gezgin olduğumu söylemiş. Sonra Seyda Muhammed Raşid (k.s) “Müslüman oldu mu?” diye sordu. Ben de “Hayır, ben müslüman değilim” dedim. Ona Nemrut Dağı’na gideceğimi söylediler. “Çok kar var” dedi. Ben de “Evet, biliyorum” dedim. Sonuçta ben bir dağcıyım, değil mi? Dedim ki: “Ama oradan dönüşte geri geleceğim.” Elini tekrar sıkmak için elimi uzattım. Elimi tuttu. Sonra İngilizce “Go!” dedi. Git, dedi. Ben de otobüse geri döndüm.
Menzil’den Kâhta’ya yaptığım yolculuk boyunca, elimi tutup kendimi dinliyordum. Sonra da elimi ceketimin içine, kalbimin üzerine koyuyordum. Çünkü elimi kalbimin üzerinde hissetmek inanılmaz derecede harika, huzur veren bir duyguydu.
Nemrut’a gittikten sonraki gün, Menzil’e geri dönmek üzere otostop çektim. Yolun başında araçtan inip köye kadar yürüdüm. Arkadaşlarım çay ocağındaydılar. Çok rahat ve çok huzurlulardı. Keyifli vakit geçirmiş gibi görünüyorlardı. Ben de onlara katıldım ve insanlar bana İslam’ı anlatmaya başladılar. Tek Yaratıcı olduğunu ve Hz. İsa’nın (a.s) bir peygamber olduğunu söylediler. Tıpkı benim hissettiğim gibi… Açıkladıkları her şeyi dinleyip “evet, evet, bence de öyle” diyordum. Sonra tebessüm ederek dedim ki: “Sanırım ben yarı müslümanım.”
Daha sonra ikindi ezanı okundu ve bu kez ben de onlarla gittim. Seyda (k.s) mescidin kapısına gelince, “Şimdi müslüman olacak mısın?” diye sordu. Çok net bir soru. Bana ne dediği tam olarak aktarıldı ve ben de “Bu çok önemli soru, düşünmem lazım” dedim. Hayır dersem bunun tek sebebi korku olurdu. Uymam gereken bazı kurallar ve hükümler olacaktı. Ama her şey doğruydu. Yanlış hiçbir şey yoktu. Arkadaşımın camiden gelmesini bekledim. Ona “Ben müslüman olacağım” dedim. Mescidin basamaklarında kelime-i şehadet getirdik.
Arkadaşımın camiden gelmesini bekledim. Ona “Ben müslüman olacağım” dedim. Mescidin basamaklarında kelime-i şehadet getirdik.
Arkamı döndüğümde herkes ağlıyordu. Bütün o ihtiyarlar, beyaz sakallı adamlar… Hepsi gözyaşları içindeydi ve hepsi bana sarılmak, öpmek, hoş geldin demek istiyordu.
Seyda (k.s), hatmeden sonra Kur’an okuyarak oturuyordu. Seyda’nın (k.s) önünde diz çöktüm. Bu kez ona bakamadım. Kelime-i şehadeti zaten getirmiştim. Dedi ki: “Namaz kılması gerekiyor.” Ben artık bir müslümanım, namaz kılmak zorundayım. İkindi namazı vaktiydi. “Akşam namazından sonra tövbe için onu getirin” dedi.
Akşam namazında bu kez namazda safa durdum. İlk defa…
Bir müslüman olarak cemaatle kıldığım ilk namaz cuma gecesi, bir akşam namazıydı elhamdülillah. Akşam namazından sonra tövbe etmek için Seyda’nın (k.s) yanına gittik. Elini tuttum. “Ya Rabbi” dedi, ben de “Ya Rabbi” dedim. “Bütün yapmış olduğum günahlardan, ben pişmanım.”
“Keşke yapmasaydım.”“İnşallah bir daha ben yapmayacağım.”
Sonra dedi ki: “Ben kabul ettim Gavs hazretlerini…” Bunu söyleyemedim. Bir an durdum. Sonra tekrar söyledi: “Gavs hazretlerini…” Ben, “Gavs hadletleli” diyebildim. Sonra talimatı yapmamız ve gusül almamız gerekiyordu. Elhamdülillah, hepsini yaptık. O gece, artık bir müslüman ve sofiydim. Alt katta sofilerle birlikte uyudum.
Ertesi gün Seyda’ya (k.s) gittim ve dedim ki: “Seyda, ben ülkeme dönüp dinimi öğreneceğim.” Dedi ki: “Tamam, güzel. Ama önce bu kardeşlerle birlikte Kırıkkale’ye git.” Beni Âdem ve diğer kardeşlerle birlikte gönderdi. Hemen ülkeme dönmemi istemedi. Geri dönmeden önce sofilerle bir müddet vakit geçirmemi istedi.
Bir müslüman ismi almalıydım. Âdem sordu. Bana Muhammed Emin ismi verildiğini söyledi. Ve ayrıca Seyda (k.s), Hanefî olmamı da söyledi. Kendisi Şâfiî mezhebindendi. Bir de, İmam Gazâlî’nin ve Muhyiddin İbn Arabî’nin (rah.) kitaplarını okumam gerektiğini söyledi.
Kırıkkale’de Âdem abinin evinde kaldık. Sofiler çok güzel misafir ettiler. Sonra, İngiltere’ye geri dönmek için gerekli ayarlamaları yaptım ve döndüm. Böylece benim müslüman hayatım başladı.
~Peki rahmetli Gavsımız (k.s) için neler söylersiniz?
~Gavs hazretleri ile Seyda (k.s) zamanında sanırım yalnızca bir kez görüşmüştüm. Menzil’de beni kendisiyle tanıştırmışlardı. Çok heybetli biriydi. Açık renkli bir takım elbisesi vardı. Olabildiğince kibar davranmaya çalışıyordum. Çünkü seyyidleri çok tanımıyordum. Sonra Gavs (k.s) ile olan hukukum yavaş da olsa gelişti elhamdülillah.
Yıllar sonra bir gün hususi bir dua istemeye gittim. Ayakta bekliyordum. O zamanlar Gavs’a (k.s) çok yaklaşamazdık, mesafeyi korumamız gerekiyordu. Ama odanın içindeydim. Korumalardan birine “Dua isteyebilir miyim?” diye sordum. “Seyda, bu kişi dua istiyor” dedi. Bir adım öne çıktım ve korumanın “Bu sofi, Seyda’nın (k.s) döneminden” dediğini duydum. Dua istedim. Ama asıl istediğim duayı söylerken dayanamadım, çok ağladım. Ailemden biri için dua istemiştim. Ve iki ay içinde o manevi yardım geldi. Yani gerçekten duası hemen kabul oldu. Elhamdülillah.
~Gavsımız’ın (k.s) vefat haberini duyduğunuzda neler hissettiniz?
~Gavsımız (k.s.) uzun bir süredir hastaydı. Bu uzun hastalık sürecinde hepimiz çok üzüldük. Ama sonuçta, maşallah, onlar görevlerini hakkıyla yaptılar. Yani bizleri gözettiler. Onlar bizim manevi desteklerimizdi. Onlara en derin hürmeti ve yapabildiğimiz her türlü duayı borçluyuz.
Seyyid Abdülbaki (k.s) hazretlerinin de benimle ne kadar ilgilendiğini biliyordum. Elhamdülillah. Menzil’i bulduğumuz için çok şanslıyız. Gerçekten çok şanslıyız. Yüce Allah’ın rızası, lütfu, rahmeti ve hidayetinin gerçek mekânı olmaya uzun süre devam etsin inşallah.
Ailemden biri için dua istemiştim. Ve iki ay içinde o manevi yardım geldi. Yani gerçekten duası hemen kabul oldu.
~Sultanımız’a (k.s) intisabınız nasıl oldu?
~Hepsiyle yakın irtibatlarımız vardı. Bizlere her daim çok nazik, yardımsever ve dostça davrandılar. Cenazeden itibaren niyetim ve beklentim, Seyyid Saki (k.s) hazretlerinin bir sonraki şeyh olacağıydı. Sonunda da bir süre düşündükten sonra baştaki düşüncemde devam etmem gerektiğine karar verdim. Yani, diğer büyükleri gücendirmek istemem. Ama nefsani bir seçim yapmak yerine olması gerektiğini düşündüğüm şeyde devam etmek istedim.
Maşallah, kendisi çok nazik bir insan… Çok cana yakın ve samimi. O da önceki mürşidlerimiz gibi bizlere karşı nezaket ve anlayış dolu. Her ne olursa olsun, hangi durumla karşılaşırsak karşılaşalım, umuyorum ki dinimizi ve tarikatımızı eskisinden çok daha iyi bir şekilde muhafaza edeceğiz, inşallah.
~Allah razı olsun.