Medeniyet
Modern Menkıbeler
Her devirde ve her yerde Allah dostları olduğu gibi günümüzde de yaşanan kıssalar ve menkıbeler vardır.
Günümüzde menkıbeleri ve kıssaları küçümseyenler var. Hatta ilahiyatçı geçinip Kur’an’daki kıssaların gerçek olmadığını söyleyenler bile çıktı. Oysa efsanelerin aksine menkıbeler ve kıssalar gerçek olaylara dayanırlar. Kur’an-ı Kerim’de pek çok kıssa vardır. Hatta Kasas, yani kıssalar adında bir sure dahi vardır. Rabbimiz, “en güzel kıssa” olarak Hz. Yusuf’un (a.s) kıssasını bize bildirir. Resulullah Efendimiz’in (s.a.v) hadislerinde de geçmiş toplumlardan kıssalar zikredilmiştir. Kıssa ve menkıbelerin sahih olanları da hadis-i şerifler gibi sağlam bir rivayet silsilesiyle bize ulaşanlardır.
Son iki asra gelene kadar, yani Batılılaşma döneminden önce İslam dünyasında ve Osmanlı’da camilerdeki, medreselerdeki, tekkelerdeki derslerde, vaazlarda, hutbelerde, kitaplarda sık sık menkıbe ve kıssalara yer verilirdi. Çünkü kıssalar ve menkıbeler, soyut ilkeleri somutlaştıran olaylardır. Böylece bizim o ilkeyi anlamamıza yardımcı olurlar. İnsanı içinde bulunduğu kalp ve zihin seviyesinin ötesine taşırlar. Zaten Arapçada “menkabe” kelimesi, “dağdan geçen yol” demektir. Geldiği kök “nekabe”dir ki “delmek, delip geçmek, yolu ve dağı aşmak” anlamındadır. “Kıssa” kelimesinin anlamlarından birisi ise “birinin izini takip etmek”tir. Demek ki menkıbe de kıssa da bize doğru yolu nasıl takip edeceğimizi gösteren hatırlatıcılardır.
Biz kıssa ve menkıbe deyince hep eski devirleri hayal ederiz. “Ne varsa eskilerde var” veya “Nerede eski insanlar” diye hayıflanırız. Çünkü şeyhini bulmak için yıllarca yürüyen, ormandan odun toplayıp dergâha getiren, sarayını terk edip derviş olan insanlara bugünkü hayatımızda pek denk gelmeyiz. Anlatılan menkıbenin içindeki insan, zaman ve mekân boyutlarını geçmişte kalmış olarak görünce o kıssadan alınacak hisseyi bugünümüze ve kendimize taşımak kolay değildir. Bazıları günümüzde Allah dostlarının kalmadığını söyler ki bu doğru değildir. Bazıları da kıssaları dinleyince, “Onlar büyük evliyalar. Biz onlara istesek de erişemeyiz ki” derler. Bu söz doğrudur ama bu zatlar aynı zamanda bizim için güzel örneklerdir. O yüzden kendi ahlaki zaaflarımızı düzeltmemek için bu lafı bahane olarak kullanmayı bırakmamız gerekir.
Dinimiz hissiyat ve yaşantıdır
Her devirde ve her yerde Allah dostları olduğu gibi günümüzde de yaşanan kıssalar ve menkıbeler vardır. Mutlaka siz de yaşamışsınızdır. Ben de böyle modern menkıbeleri gördüm, duydum ve yaşadım. Bir örnek vereyim. Yıllar evvel Ankara’da evimde bir derviş arkadaşı misafir etmiştim. Sabah kahvaltı sofrasına oturmak üzereyken sokaktan geçen simitçinin sesini duydum: “Simitçiiii!” Bu sesi duyan arkadaşım başladı ağlamaya... Ben afalladım, ne olduğunu anlayamadım. “Ne oldu, niye ağlıyorsun?” diye sordum. Arkadaş bana döndü ve sordu: “Duymuyor musun?” Ben: “Evet, duyuyorum. Simitçi geçiyor.” “Ne diyor?” Ben: “Simitçi diyor.” Arkadaşım gözyaşları içinde şöyle dedi: “Hayır, o adam ‘Ya Rezzâk!’ diyor.” Adı sanı belli, benimle yaşıt bu arkadaşın bu olayı bir menkıbedir işte. Onun illa sarık cübbe giymesi, Osmanlıca kelimelerle konuşması gerekmez. Ben bu olayı hiç unutmadım. Bana tecelliyâtın her an, her yerde zahir olduğu gerçeğini hatırlatan hisli bir hatıra olarak içimde yer etti.
Bugünün büyük sorunu dinimizi yaşanmışlıktan, hissiyattan uzak bir söz ve düşünce alanı gibi görmektir. O zaman okumuş yazmışlar menkıbeleri ve kıssaları anlatmaktan kaçınıyorlar. Güya böyle rivayetler akla uygun değilmiş. Oysa ilk bilgi kaynağımız dahi vahiydir ki akıl üstü, mucizevi bir iştir. Bunlar manevi olan her şey gibi mucizeleri ve kerametleri inkâr yoluna girdikten sonra dinimizin esası olan diğer manevi boyutları da inkâra yöneliyorlar. Kaderi, kabir hayatını, Allah Teâlâ’nın seçtiği insanlara gaybı bildirmesini, sahabenin adaletini vb. inkâr ede ede sonunda Allah muhafaza tümden dinden çıkıyorlar.
Kıymetini bilelim
Öyle yaygın bir aşağılık kompleksi var ki maalesef “müslümanım” diyenlere İslam’ın değerini, güzelliğini, biricikliğini hatırlatmak zorunda kalıyoruz. Fransa’da elli yıldır yaşayan bir dostum var. Bir ara memlekete geldi. Onu bir akşam genç yazarların da olduğu bir meclise götürdüm. Entel kardeşlerimizin dillerinden Allah lafzından, Resulullah (s.a.v) yâdından ziyade Batılı filozof isimleri düşmüyordu. Abimiz onları hiç konuşmadan dinledi. Neyse, muhabbet bitti. Biz arabayla eve dönerken baktım, dostum pek kederli. “Ne oldu abi, bir aksilik mi oldu?” diye sordum. Dostum bana döndü ve dedi ki: “Görmüyor musun gençlerin konuşmalarını? Kâfir filozoflardan övgüyle bahsedip duruyorlar. Ona üzüldüm. Vallahi kardeşim ben bu memlekette şunu anladım: Bazı müslümanlar, müslümanlıktan bıkmışlar.” Dondum kaldım. Düşündüm, haklıydı.
Maalesef vaziyetimiz bu. Biz de her alanda, her derste, her konuda müslümanlara müslümanlığın kıymetini göstermeye çalışıyoruz. O yüzden son üç beş yıldır sosyal medya kanalı olan arkadaşlarıma ısrarla yabancıların hidayete kavuşma hikâyelerini yayınlamalarını tavsiye ediyorum. Niçin? Belki Batı hayranları, müslüman olan Batılıları görünce kendi dinlerinin kıymetini anlarlar diye. Bu hikâyelerde çok ilginç olaylar, çok çarpıcı değerlendirmeler var. Size de tavsiye ederim. Her bir röportajda Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretini ve rahmetini hatırlatacak modern menkıbeler var. Birini kısaca anlatayım. Bir Japon akademisyen Mısır’a, Kahire’ye araştırmalar yapmak için gitmiş. Aylardan ramazanmış. Adam iftar vaktinde kaldığı apartmana döndüğünde, kapıcının bir iskemleye oturup bir salatalığı yemekte olduğunu görmüş. Belli ki iftarlık olarak elinde bir tek o salatalık varmış. Japon adam, kapıcıya “Afiyet olsun” der demez kapıcı hiç tereddüt etmeden ona ısırdığı salatalığı uzatmış. Yemesi için işaret etmiş. Japon adam diyor ki: “Ben işte o salatalık vesilesiyle müslüman oldum. Çünkü bizim ülkede kimse başkasına öyle ikramda bulunmaz. Herkes çok bireyseldir. O olaydan sonra İslam’ı araştırdım, Kur’an okumaya başladım ve elhamdülillah hidayete kavuştum.”
Bize bir nimet olarak bahşedilen imanımızın üzerine titreyelim. Müslümanlığımızın kıymetini bilelim. Bizi bu hayatta da ahirette de kurtaracak tek şey odur çünkü.