Hikmet Dilinden
Dünya Zehirlerinin Panzehri
Cenab-ı Erhamurrâhimîn, âlemlere rahmet Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme şeriat panzehrini ihsan ederek ümmetini dünyevi zehirlerin tesirinden kurtarmıştır.
17. Hikmet: Molla, dünya işleri benim işim değildir (onlar için ilmimi fikrimi sarf etmem) ve dünya kaynayan bir tencere gibidir (içine düşeni baş döndürücü surette alaşağı eder, kaynatır).
Ey vasiyet yurdumun sırlarının muhafızı, ey nasihat mektebimin kâtibi Molla İbrahim! Ne dünya benim gayemdir ne de dünya işleri için tefekkür eder ve bu uğurda gayret sarf ederim. Dikkat et, dünya ateşte kaynayan bir tencere gibidir, içine düşeni kaynatır. Unutma ki dünya tabiri de onun düşük ve bayağı oluşuna delalet eder ki “denâet (alçak, düşük olma)” kelimesinden türemiştir. Niyazi Mısrî hazretlerinin nazmıdır:
Uyan gafletten ey gafil seni aldatmasın dünyaYakanı al elinden kim seni sonra kılar rüsva
Ne sandın sen bu gaddarı ki ta böyle anı sevdinAnı her kim ki sevdiyse dinini eyledi yağma
Çok gariptir; şu fâni dünya ahalisinin bir çocuğu dünyaya gözlerini açınca güler, şenlenir, şad olurlar. Birini ahirete uğurladıklarında ise ağlarlar. Hiç bilmezler ki dünya fenâ, helak ve hüzün yurdudur. Bu sebeple ilahi dergâha kurbiyet kazanmış zatlar bir çocukları dünyaya gelince gamlanırlar. “Acaba bu biçare bebek bu berzahta (can sıkıcı ve bunaltıcı yerde) ve bu ülkede nefis, dünya, şeytan ve düşman avcısının elinden selamete çıkabilir mi, kurtuluşa erebilir mi?” derler. Öyle ya, bela ve musibetler şu fâni dünyanın ayrılmaz parçalarıdır. Çoğunlukla bunların ilacı da hüzün ve kederi yudumlamaktan geçer. Amma bu musibetlere sabırla göğüs gerip istikametini muhafaza edenler, ahiret yurduna gidince gönül huzuruna ererler. Elhamdülillah, helak edici gurbet çölünden, nefis ve şeytanın ve bunların hilesine kapılanların avı olmaktan kurtulur da eman bulurlar. Takva gıdası ile şu dünyada gıdalananlar için hal vaziyet böyledir.
Çok acayiptir; dünyaya yenice gözünü açan bebek büyüyüp de mükellef olunca bu gurbeti vuslat yeri olarak düşünür. Asıl vatanın, varış yerinin burası olduğu düşüncesine kapılır. Zikri geçen avcıların tuzaklarını da ikamet yeri ve istirahat yurdunun bir parçası olarak kabul eder. Neticesinde de kendisini âdeta avcıların hedef tahtasına sabitleyip tehlikeye atar. Ne var ki bu tür biçareler ot yemiş balık gibi şehvet ve gazapla, gaflet ve cehaletle zehirlenmiştir. Kendilerini avlağa layık görüp avcının önüne atılırlar.
Şükür ki Cenab-ı Erhamurrâhimîn, âlemlere rahmet Resul-i Ekrem’e (s.a.v) şeriat panzehrini ihsan ederek ümmetini bu tür zehirlerin tesirinden kurtarmıştır. Bu ümmetin ilmiyle amel eden ihlaslı alimlerini de ümmet-i Muhammed (s.a.v) için âdeta Hızır (a.s) ve İlyas (a.s) gibi vazifeli kılmıştır ki zararlı ve tehlikeli işlerden selamette olalar. Zira bu alimlerin şefaatiyle ahirette cehennem azabından halas olacak ve cennete girmeye imkân bulacaklardır. Bütün bu zikrettiğimiz hususlara işaret için de sadatlar şöyle buyurmuştur:
Sarmaşub çıkdı dıraht-ı ömrüne mâr-ı ecelBülbül-i cân âşiyân-ı tende yatur bîhaber
(Ecel yılanı ömür ağacına sarılarak çıktı. Can bülbülü ise bundan habersiz ten yuvasında yatmakta.)