Hikmet Dilinden
Dünya Ahiretin Aynasıdır
Rabbine itaatkâr müslümanlar cehenneme uğramadan cennet nimetine kavuşacaktır.
İsmail Fakîrullah Tillovî hazretleri buyurdular:
Molla İbrahim!
Şu dünya mahkemesinde suçlular, duruma göre hızlı veya yavaş bir yargılama neticesinde suçlarının büyüklük ve küçüklüğü nispetinde ya hapse atılır ya sürgüne gönderilir veya hafif bir cezaya çarptırılır. Mahkeme-i suğrâ (küçük mahkeme) diyebileceğimiz dünya mahkemesinde işlerin böyle yürüdüğü hepimizin şahitlik ettiği bir hadisedir. Şu mahkeme-i suğrâ da mahkeme-i kübrânın (ahirette kurulacak büyük mahkemenin) bir aynası konumundadır. Dünyada adaletle hükmeden hakimler, idareciler ve heybetli halleri de hakiki hüküm ve heybet sahibi, kâinatın mutlak idarecisi Hak Teâlâ hazretlerinin adaletinin zahirî tecellilerindendir. Zira âlemdeki her bir zerrenin sebepler dairesinde, güneşin zuhuruyla varlık âlemine çıkması gibi yağmur damlalarının varlığı da koca bir okyanusun varlığına delalet eder. Neticede, rüzgârın sevkiyle o zerreler güneşe, suyun buharlaşıp yükselmesiyle de yağmur taneleri denizlere ve okyanuslara ulaşır. Bu vesileyle her şeyin başlangıç noktasına döneceği, aslına kavuşacağı naklen sabit olduğu gibi anlayışı en kıt kimselerin dahi aklen anlayabileceği açıklıktadır. Buradan da mahkeme-i kübrânın, hakiki hakim olan Allah Teâlâ’nın azamet ve kudreti ile O’nun hakkaniyetli ve adil idaresiyle ne şekilde işleyeceği de anlaşılıyor.
Malumdur ki şanlı bir hükümdarın fermanına itaat edip rızasına nail olan kişi bu dünyada türlü türlü mükâfata erişir. Şanı yüce Sultan’ın yani Hak Teâlâ’nın emrine dünyada itaat etmiş bir kulun ahirette de mükâfatlarla taltif edileceğini bu misalden açıkça anlayabiliriz.
İsmail Fakîrullah hazretleri, damadı ve halifesi Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerine muhtelif zamanlarda özlü ve hikmetli tavsiyelerde bulunmuştur. İbrahim Hakkı hazretleri bunları kayda geçirmiştir. Bu hikmetlerin müellifi meçhul fakat içeriği kıymetli, yazma halindeki bir şerhini her ay parça parça neşretmeye devam ediyoruz.
Büyük günah işleyip tövbe etmeyenler
İman ehli olup büyük günahlara bulaşmış, isyana düşmüş kimseler (tövbe etmezler ise) cennet nimetine kavuşmadan önce belli bir süre cehennemin azabını tadar. Zira şu âlemde, insanların madenlerinin, tabiatlarının kemal bulması beklenir ki insanın madeni topraktır. Varlık sahasına çıktığı vakit cevheri, özü iman olan iman ehlinin toprağı günaha bulanıp necis hale geldiyse, o toprak ancak ateşle temizlenir ve böylece bir miktar özüne döner, kemal bulur. (Zira altın veya gümüş gibi madenlerin saflığının ortaya çıkması için ateşte eritilmesi bilinen bir uygulamadır.) Akabinde biraz daha yanıp yakıldıktan sonra o kirleri gider, bir derece daha itibar kazanır, kemal elde eder. Bir miktar daha yandıktan sonra da kurşun ve bakır gibi olan ve toprağın kemal bulmasına engel diğer günahlar da silinir gider. Bir vakit daha azaptan sonra ise insanın tabiatı gümüş ve altın gibi olma kabiliyeti elde eder. Bu yanma ve yakılma devam ede ede kul halis gümüş veya halis altın gibi kemalini bulur. Böylece Sultan nezdinde, yani Cenab-ı Hak katında yüce bir mertebeye erişir ve ismi altın yaldızla nakşedilir.
İman ehli olup büyük günahlara bulaşmış, isyana düşmüş kimseler (tövbe etmezler ise) cennet nimetine kavuşmadan önce belli bir süre cehennemin azabını tadar.
Küfür üzere ölenler
Küfür ehli ise ebedî cehennemde müebbet hüküm giymiştir, orada ebedî kalmaya mahkûmdur. Evet, onların da madeni topraktır, onlar da yakıcı ateşe girecekler. Fakat tabiatlarında halis altın veya gümüş olmaya layık iman cevheri bulunmadığı için iman ehlinin geçirdiği aşamalar onlar için söz konusu olmayacak. Ateş içinde dökülüp kalacaklar.
İman edip salih amel işleyenler
Rabbine itaatkâr müslümanlara gelince; onlar cehenneme uğramadan cennet nimetine kavuşacaktır. Zira onlar işin başında halis altın olarak varlık sahnesine çıkmış bir maden gibidirler. Onların mayası şirk, küfür ve isyan tozuna toprağına bulaşmamış, tertemiz ve pasparlak bir halde muhafaza edilmiş, pak gelip pak gitmişler, pak büyüyüp pak yetişmişlerdir. Cehennem ateşinde yanmadan cennet hazinesine layık olmuş, o yüce Sultan nezdinde yüksek derecelere ulaşmışlardır.
Netice itibarıyla, basiret sahipleri bu aktardığımız manzaradan hissesine düşeni elbet alacaktır.
“Dünya ahiretin aynası, zahir de bâtının görünen yüzüdür.”